Dikkatiniz Dağılırsa...

Nişan Alan Eşek

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, Memlekette bir padişah varmış.
Tanrı göstermesin, anlatılmaz bir kıtlık baş göstermiş. Bir zamanlar yediği önünde,
yemediği ardında, bir eli yağda bir eli balda olan insanlar, bir dilim kuru ekmeğin
yoksunu olmuşlar. Padişah bakmış ki kıtlık halkı kırıp geçirecek, bunu önleyici bir çıkar yol aramış. Sonunda, memleketin dört biyanına, sokak sokak, köşe bucak çığırtkanlar salmış.
Çığırtkanlar Padişah fermanını şöyle bağırırlarmış:
- Ey ahali!.. Duyduk duymadık demeyin!... Her kimin devlete bir hizmeti, vatana bir yararlığı olmuşsa, koşup saraya gelsin! Padişahımız efendimiz onlara nişanlar verecek!..
İnsanlar, açlığı, yokluğu, derdi, borcu, harcı unutup, Padişahtan nişan almak sevdasına düşmüşler.
Padişahta yapılan hizmetin büyüklüğüne göre çeşit çeşit nişanlar varmış. Birinci dereceden altın yaldızlı nişan, ikinci dereceden altın suyuna batmış nişan, üçüncü dereceden gümüş kaplama nişan, dördüncü dereceden demir nişan, beşinci dereceden kalaylı nişan, altıncı dereceden çinko nişan, yedinci dereceden teneke nişan...
Gelen giden nişan alıyormuş. Artık öyle olmuş, öyle olmuş ki, nişan yapmaktan Padişahın memleketinde hurda demir, çinko, teneke kalmamış. Fincancı katırının boynundaki çangur çungur sallanan cam boncuklar nasılsa, körük gibi şişirilen göğüsler üzerinde de nişanlar, işte öyle sallanmaya başlamış.
İnsanların göğüslerinde şangur şungur nişanların sallandığı, Padişahın kim gelirse nişan dağıttığını duyan bir inek de,
- "Nişan asıl benim hakkım!" diyerek bir nişan almayı aklına koymuş.
Açlıktan bir deri bir kemik, böğrü böğrüne çökmüş, kaburgası omurgasına geçmiş inek koşa koşa sarayın kapısına gelmiş. Kapıcıbaşıya,
- Padişaha haber verin! demiş. Bir inek kendisini görmek istiyor. Başlarından savmak istemişlerse de,
- Padişahı görmeden, bu kapıdan bir adım atmam!... diye böğürmeye başlayınca,
Padişaha,
- Efendimiz, kullarınızdan bir inek huzurunuza çıkmak istiyor... demişler.
Padişah,
- Gelsin bakalım, bu da nasıl bir inekmiş... diye ineği huzuruna çağırıp,
- Böğür bakalım, ne böğüreceksin?... diye sormuş,
İnek de,
- Sultanım, demiş, duyduğuma göre nişanlar dağıtıyormuşsun. Ben de nişan almak istiyorum.
Padişah,
- Hangi hakla? diye bağırmış. Sen ne yaptın. Memlekete nasıl bir yararlılığın dokundu ki sana nişan verelim?...
O zaman inek,
- Efendimiz! diye söze başlamış. bana nişan verilmesin de kimlere verilsin? Ben daha insanlara ne yapayım? Etimi yersiniz, sütümü içersiniz, derimi giyersiniz. Gübremi bile bırakmaz kullanırsınız. Teneke bir nişan için, daha ne yapayım?
Padişah, ineğin isteğini haklı bulmuş. İneğe ikinci dereceden bir nişan verilmiş.
Boynunda nişanı, inek sevinçten oynaya oynaya saraydan dönerken katırla karşılaşmış.
- Selam inek kardeş!
- Selam katır kardeş!
- Nedir bu sevincin? Nereden gelirsin böyle? İnek herşeyi bir bir anlatmış. Padişahtan nişan aldığını da söyleyince katır da coşmuş.
O coşkunlukla doğru dörtnala saraya varmış.
- Padişahımız efendimizi göreceğim!.. demiş.
- Olmaz!.. demişler.
Ama, babadan kalma inatçılığı ile katır art ayaklarıyla saray kapısında direnince, Padişaha durumu iletmişler. Padişah,
- Gelsin bakalım, katır kulum da... demiş.
Katır huzura varınca, bir katır selamı verip, el etek öptükten sonra, nişan istediğini söylemiş Padişah sormuş:
- Sen ne yaptın ki nişan istiyorsun?
- A hünkarım, daha ne yapayım? Savaşta topunuzu, tüfeğinizi sırtımda taşıyan ben değil miyim? Barışta çoluğunuzu çocuğunuzu arkamda götüren ben değil miyim? Ben olmazsam, işiniz temelli bitiktir.
Katırı da haklı bulan Padişah,
- Katır kuluma da birinci dereceden bir nişan verilsin!... diye ferman eylemiş.
Katırda bir sevinç bir sevinç, dörtnala saraydan dönerken eşekle karşılaşmış. Eşek,
- Selam yeğenim!... demiş. Katır,
- Selam amcabey!.. demiş.
- Nereden gelip, nereye gidersin? Katır başından geçenleri anlatınca,
- Dur öyle ise, padişahımıza gider, bir nişan da ben alırım!.. diye dörtnala saraya koşmuş.
Saray koruyucuları, deh demişler, çüş demişler, eşeği bir türlü atlatamayınca Padişaha varıp,
- Eşek kulunuz gelmiş, huzura çıkmak ister! demişler. Eşeği kabul buyuran Padişah,
- Ne dilersin ey eşek kulum?.. deyince,
Eşek de dilediğini bildirmiş. Padişah, canı burnuna gelip kükremiş:
- İnek eti ile, derisi ile, gübresiyle bu memlekete, bu millete hizmet etti. Katır dersen savaşta, barışta yük taşıdı, bu vatana hizmet etti. A eşek, ya sen ne iş gördün ki, bir de kalkmış eşekliğine bakmadan nişan istersin?.. Utanmadan bir de karşıma gelmişsin. Söyle, ne halt ettin?
O zaman eşek keyfinden sırıtarak,
- Aman Padişahım efendim, demiş, size en büyük hizmeti eşek kullarınız yapmıştır. Eğer benim gibi binlerce eşek kulların olmasaydı, hiçbir taht üzerinde oturabilir miydin?
Saltanat sürebilir miydin? Dua et biz eşek kullarına ki, bizim gibi eşekler var da, sen de böyle saltanat sürüyorsun.
Padişah, karşısındaki eşeğin, öyle her eşek gibi teneke nişanla gözü doymayacağını anlamış,
- Ey eşek kulum, Haklısın senin sayende ben bu makamdayım demiş. Senin bu çok yüksek hizmetini karşılayabilecek bir nişanım yok. Sana ölünceye kadar beylik ahırından hergün Makarna, Bulgur, Üzüm hoşafı ve Kış aylarındada kömür,bağladım..
Ye, yee saltanatım için durmadan anır!..
Aziz NESİN'den ALINTIDIR..

Güzel Bir Yaşam İçin...

SAĞLIK:
Çok su için.
Kahvaltıyı kral, öğle yemeğini prens ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.
Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok ve fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
3 E ile yaşayın — Energy (enerji), Enthusiasm (heyecan) ve Empathy (duygu paylaşımı).
Meditasyon, yoga ve dua yapacak zaman yaratın.
Daha çok oyun oynayın.
Her zamankinden daha fazla kitap okuyun .
Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.
7 saat uyuyun.
Hergün 10-30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken gülümseyin.
KİŞİLİK:
Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın. Onların seyahatinin ne hakkında olduğuna dair hiçbir fikriniz yok çünkü.
Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın. Bunun yerine
enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcayın.
Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
Kendinizi çok da ciddiye almayın; kimse yapmıyor.
Kıymetli enerjinizi gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.
Uyanık iken daha fazla hayal kurun.
Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan herşeye zaten
sahipsiniz.
Geçmiş meseleleri unutun. Birlikte yaşadığınız/çalıştığınız kişinin geçmiş hatalarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret
etmeyin.
Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu değildir.
Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu ettiği
eğitim programının bir parçasıdır.
Daha fazla gülümseyin ve gülün.
Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmamak için anlaşın.
SOSYAL YAŞANTI:
Ailenizi sık arayın.
Her gün diğerlerine iyi bir şey verin.
Herkesi herşey için affedin.
70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
Hergün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız en az 1 kişiye “GÜNAYDIN” deyin.
Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü sizi ilgilendirmez.
Hasta olduğunuz zaman işiniz size bakmamalı. Arkadaşlarınız bakmalı. Onlarla temasta olun.
HAYAT:
Doğru şeyi yapın!
Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan herşeyden uzak durun.
TANRI herşeyi iyileştirir.
Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir.
Nasıl hissettiğinizin önemi yok, haydi kalkın, giyinin ve ortaya çıkın.
En iyisine henüz sıra gelmedi.
Sabah canlı olarak uyandığınız zaman, bunun için TANRI’ya şükredin.
Maneviyatınız daima mutludur. Öyleyse mutlu olun.

Neden Avrupa'dan Daha Pahalıya Et Yiyoruz?

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Ç.Ü. Ziraat Fakültesi, iortas@cu.edu.tr
Türkiye İyi Beslenebiliyor mu?
Türkiye sahip olduğu coğrafya, iklim ve tarım potansiyeli nedeniyle insan beslenmesi için uygun koşullara sahiptir ender ülkelerden biridir. Ancak ülkemiz sahip olduğu tarım potansiyeline rağmen dünyada iyi beslenemeyen ülkeler arasında sayılmaktadır. Özellikle gıdaların besin elementi ve vitamin içeriğinin düşük olması, ekmek kalitesinin düşüklüğü toplumun sağlık ve düşün hayatına olumsuz etki edeceği kaçınılmazdır. Gıda üretimi, dağıtımı ve bozulan gelir dengesi ve diğer nedenlerden dolayı köylere ve kırsal kesime göre kentlerin hayvansal gıda kaynakları yönünden daha kötü beslendikleri biliniyor. Son yıllarda bir taraftan artan et fiyatlarının yüksekliği, diğer taratan sağlıksız kesilen hayvanlar ve at-eşek eti ile toplum sağlığı ciddi şekilde etkilenmektedir. Sağlıklı bir toplum için herkesin günlük gereksinim duyduğu minimum hayvansal gıdaları sağlıklı et ve et ürünlerinde sağlanması için devletin önlem alması gerekir.
At-Eşek etinin piyasaya çıkması etin pahalı olması sonucu mu?
Son yıllarda Adana kentinin yakasını bırakmayan bir sorun kaçak at-eşek etinin piyasaya sürülmesidir. Sorun eskiden Kayseri'ye mal edilirdi çünkü at-eşek eti ile sucuk yapımı ilişkilendirilirdi. Gerçi geçmişten beri değişik lokanta, kafeterya, kasap ve benzeri işyerlerinde bu etlerin satıldığı söylenirdi ancak Adana'da peş peşe kaçak at-eşek etinin vatandaşa yedirilmesi, bazı ahırlarda yaşlı eşeklerin bulunması kadar etkili olmamıştı. Özellikle Çukurova Üniversitesi öğrencilerinin kaldığı Kredi Yurtlara bağlı Fevzi Çakmak yurduna ve bazı hastanelere söz konusu etlerin aynı firma tarafından sağlanması konunun boyutunun genişlediğini gösteriyor. Üniversite öğrencileri üniversite içinde pretosto gösterisi yaptılar. Arkasından basına sızan haberlerde pretosto gösterisi yapan öğrenciler hakkında soruşturmanın açılması daha fazla ses getirdi. Adana valisi Sayın İlhan Atış "çok az et kebaplık olarak satılmış" ifadesi ile kamuoyunun tepkisini hafifletmeye çalıştıysa da Adana kentini at-eşek eti yemekle bilinir olma
9 Şubat tarihli gazetelerde Gaziantep zabıta ekiplerinin "Hindistan'dan kaçak olarak getirildiği belirlenen 370 kilo bufalo eti ile 160 kilo kokmuş tavuk eti" yakaladıklarını yazıyordu. Bu haberler okununca doğal olarak sağlıklı gıda bulma konusundaki kaygı ve güvensizlikler daha da artmaktadır.
Neden eşek-at etti yedirilmek isteniyor?
Bir tarım ülkesi olan Türkiye'de hayvancılığın uzun zamandır ihmal edilmesi, Güney doğuda terör nedeniyle başlayan göç, ithal edilen et bugünlerde yaşanacakların habercisiydi. 1980'li yıllarda dışarıdan hayvansal ürünlerin ithal edilmesi ile kendiliğinden ülkemiz hayvancılığı bir anda ekonomik olmaktan çıkmıştır. Kısa sürede vatandaş hayvanlarını elden çıkardı ve kentlerin varoşlarına taşınarak kısa sürede yoksullaşmışlardı. Devlet özelleştirme süreci ile Et Balık Kurumu kelepir fiyatına satıldı ve vatandaşın hayvanları ve et ürünleri alınamaz olmuştu. Bürün bunarlın sonucunda bugün et fiyatları Avrupa Ülkelerinden daha pahalıya gelince doğal olarak bazı sahtekârlar da yaşlı, hasta hayvanları toplayıp ucuz et üreterek pahalıya satma yoluna gitmişlerdir. 72 milyonluk nüfusu ile ülkemizin et ihtiyacı karşılanamadığı için son yıllarda kırmızı et açığı nedeniyle fiyatların bir yılda yüzde 50'den fazla arttığı ATO başkanı Sinan Aygün tarafında açıklanmıştır.
At-eşek etti yeniliyor mu?
Birçok toplumda at-eşek eti yeniliyor ancak ülkemiz insanın alışık olmadığı ve beslenme kültüründe olmayan bu tür etlerin topluma isteği dışında yedirilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Hiçbir topluma istemediği bir etin bu şekilde yedirilmesi yanlış. Söz konusu etlerin yaşlı, hasta ve hijyen koşullarından uzak ortamda ahırlarda kesilmesi ile sunulması başlı başına sağlık sorununu gündeme getirmiştir.
Maalesef ülkemizde çoğu insanın tüketim alışkanlığı ile satın alma konusunda hassas olmadığı bilindiğinde insana bu şekilde sağlıksız et yedirilmesi kabul edilemez.
Dünyanın En Pahalı Eti Türkiye'de mi yeniliyor?
Ülkemizde hayvan sayısının azalması ile başlayan arz talep dengesi beraberinde et fiyatlarını aniden artırdı. Geçen aylarda bulunduğum bir çok Avrupa ülkesindeki reyonlardaki et fiyatlarının bizim gibi dünyanın 8. büyük tarım ülkesine göre daha ucuz olması beni şaşırttı. Gazete haberlerinde göre Almanya'da etin kilosu 7 dolar, Romanya'da 5 dolar, Bulgaristan'da 3.5, Avusturya'da 2.5, Brezilya'da 2 dolar iken Türkiye'de 16 dolar değerindeymiş.
2008 yılında 19 TL olan et fiyatı bugün 30 TL sınırını aşmıştır. Geçen yıldan bu yana %50-60 oranında arttığı belirtiliyor. Yaşanan gelişmeler ve eldeki mevcut hayvan potansiyeli ile talebin karşılanması dikkate alındığında et fiyatlarının daha da aratacağı söyleniyor. Basına yansıyan haberler Rusya'nın Türkiye'den beyaz ithal etme isteği ve bu durumun arz talep dengesinin değişebileceği yönündedir. Türkiye'nin beyaz et üretimi 1.250 .000 ton olan ülkemizin artan ihracat talebi beyaz et fiyatını artırabilir. Türkiye'deki beyaz etin fiyatının da artacağı beklenmesi kırmızı et ile beyaz et arasındaki fiyat farkını 4-5 katından daha farklılaştırabilir. Yoksulun protein ihtiyacı bugün ancak beyaz et ile karşılanıyor. Toplumun ucuz et alamaması toplum sağlığı için ciddi sorun yaratabilir. Et fiyatlarının artması ile birlikte süt ineklerinin kesilmesi ile süt fiyatının da artacağının habercisi. Yeterli protein tüketemeyen ülkemizin elindeki biricik et ve ürünlerinden yararlanması ciddi bir sağlık ve gelecek konus
Dünyanın en pahalı eti yeme konumuna gelmemizin temeli usun erimli bir tarım politikamızın olmamsı ve ilgisiz özelleştirmelerin ciddi payı bulunmaktadır.
Canlı Hayvan İthali Çözüm mü?
Tam da böyle dönemlerde canlı hayvan ithali gündeme gelmektedir. Canlı hayvanların bir kısmı et için bir kısmında damızlık amacı ile getirtilmiştir. Ülkemiz bilimsel çalışmalarla önem verip yerli ırkları geliştirip toplumun ihtiyaç duyduğu et üretimini sağlamak erine, dışarıdan bu bölgeye adaptasyon sorunu olan hayvan ithaline yönelmiş. Çok yüksek fiyatlar ile alınan hayvanlar ülkemize adapte olmakta zorlanmış, kimi telef olmuştur. Halen ülkemizin arzu edilen ölçüde belirlenmiş bir politikası ne yazık ki yok.
Et Balık Kurumu Neden Kapatıldı ve Sonra Neden Yeniden Kamulaştırıldı?
Et fiyatlarının artması ile başlayan tartışmada Et Üreticileri Birliğinin yaptığı açıklamada "canlı hayvan ithaline izin verilmeli" ifadesi kullanıldı. Bu açıklama 1980'li yıllarda ithal edilen peynir ve et sonrası hayvancılığımızın zarar görmesi ve arkasında Et Balık Kurumunun Özelleştirilmesi ile başlayan et ve ürünlerinin fiyatlarının bugün geldiği yeri bir kez daha gündeme getirdi. Ülkemiz özelleştirme çerçevesinde önce Et-Balık Kurumunu özelleştirdik sonra Et Balık Kurumu yeniden özelleştirmeden çıkarıldı. Ancak bugün piyasadaki rolü %1 kadar olup arz talep dengesini düzenleyecek konumda değildir. Özellikte Doğu ve Güneydoğuda bir taraftan hayvancılık desteklenirken, diğer tarafta halka ucuz et sağlanıyordu diğer tarafta vatandaşın ürettiği hayvan ürünlerini soğuk hava depoları ile kışlık gıda depolamasına yardımcı olmaktaydı. Şimdi o gelenek ortadan kalktı ve vatandaşın et ve et ürünleri ile beslenmesi vahşi piyasanın kurallarının vicdanına kalmıştır.
Bizim gibi tarımsal nüfusu geniş olan ve halen nüfusunun yarısından fazlasının kırsaldan beslendiği ülkelerde tarıma dayalı özelleştirmelerin getirisi ve götürüsünün iyi hesaplanması gerekir. Et Balık Kurumu, Tekel, Şeker Fabrikaları ve diğer tarıma dayalı Kamu İktisadi Teşebbüslerin günümüz koşullarında özelleştirilmesinin bugün yarardan çok ülkemize ve onunla ilgili geçimini sağlayan kişilere zarar vermiştir. Et-Balık Kurumunun özelleştirilmesinin verdiği zararın etkisi bugün yüksek et fiyatı toplumun yeterince beslenememesi ile yaşanmaktadır.
Ne yapmalı?
Sonuç olarak bir tarım ülkesi olan ülkemizin hayvancılıkta gerilemesi sonucu et fiyatının artması, topluma sahtekârların at-eşik eti yedirmesi ülkemizin büyüklüğüne yakışmıyor. Sorun bir bütün olup, sebep sonuç ilişkisi içinde dün alınan bazı politik kararlar bugün et fiyatlarının artmasına ve bunun sonucu sahtekârların at-eşek eti satması noktasına kadar getirmiştir. Bu durum toplumun belenmesine olumsuz etki etmekte bunun yansıması toplumun verimliliğine mutlaka etki edecektir.
Yapılması gereken, ülkemizin önelcikle bir tarım ve gıda politikasının oluşturulması. Tarım bakanlığı ile Sağlık bakanlıklarının birlikte sağlıklı toplum stratejileri programı hazırlamaları mutlaka sağlanmalı.
Belirlenecek makro projeksiyona ve hedefe uygun stratejiler hayta geçirilmelidir.
Bunun için mutlaka insanımızın günlük et ve protein ihtiyacı dikkate alınarak ona uygun ihtiyaç planlanması yapılmalı.
Yeniden hayvancılığı özel önem verilmeli. Güney Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda'nın ve Arjantin'in hayvancılığa verdiği öneme benzer önlemler alınabilir.
Hayvan yetiştiriciliğinde belirli fonların ve verginin azaltılması ve hibelerin yapılması önemli olabilir.
Yerli ırkların iyileştirilmesi çalışmaları için bilimsel çalışmalarla önem verilmeli ve ihtiyaç duyan büyük işletmelere destek sağlanmalıdır.
Gerekirse arz talep dengesi piyasayı düzenleyecek bağımsız özerk Et Balık Kurumu gibi bir birim yeniden organize edilebilmelidir.
Et Balık Kurumu yeniden etkinleştirmeli ve piyasadaki düzenleyici rolü araştırılmalıdır. Bu konuda gerekli denetimlerin yapılması da gözden kaçırılmamalıdır.
Türkiye'nin et ihracatı takvimi yeniden düzenlenmeli.
Bu arada dışarıdan içeriye kaçak et girişi ve işlenmiş et ürünlerinin girişi engellenmelidir
Ülkemize girecek toplumun alışık olmadığı kaçak et pazarına müsaade edilmemelidir. Meracılık ile hayvan yetiştiriciliği paralel düşünülmeli. Çayır mera alanlarının korunması veya genişletilmesi konusunda yasal düzenleme yapılmalı.
Yayla yasağı kaldırılmalı ve vatandaşların kırsalda hayvancılık yapmasının önü açılmalıdır.
Unutmayalım iyi beslenmeyen bir toplum hiçbir sorununu çözemez.
10/02/2010, Çarşamba, Adana

Biz Kadınları Hiç Sevmedik!

Saçlarını sevdik hele birde sarışınsa daha çok sevdik... Ağızlarını sevdik hele bir de şehvetli ve dolgun ise daha çok sevdik... Göğüslerini sevdik... Bacaklarını sevdik hele birde sütun gibiyse bayıldık... Kalçalarını sevdik... Gerçekten güzel vücutlu ve "çıtırsa" daha çok sevdik...
Yolda, arabada, televizyonda, internette onlara hep "baktık"... Her yerlerine iyice
ve dikkatle! Baktık... Pekiyi görememiş olacağız ki bir daha baktık... Bir daha ve bir daha... Kadınların her yerlerine baktık ama GÖZLERİNE ya hiç bakmadık ya da
baktığımızda çok GEÇ olmuştu... Biz kadınlara çok dokunduk! Onlar istese de istemese de dokunduk... Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu... Eh yozlaşan toplum ve geç gelen adalet olunca da 13-14 yaşındaki ÇOCUKLARA bile dokunmaya başladık! SAPIK damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı, çünkü SAPIK diye haykıran ne kadar azdı! Kimimiz "araştırmacı" oldu icraata geçemedi! Onlar CD ve DVD'ler ile idare etti! Hatta SAPIKLARA tepki bile gösterdi... ya onlar ne yaptı? Gerçek dünyada namuslu olanlar sanal dünyada bu çocukları aradı... Aradı ve hep buldu!
Kadınlara "dokunmada" dünya sıralamasında üst yerlere geldik... 2009 itibariyle rakamlar oldukça "umut verici". % 40'ını SÜREKLİ DÖVDÜK... %45'ine DUYGUSAL ŞİDDET uyguladık (küfür, hakaret, küçük düşürme)... %16'sına ZORLA SAHİP OLDUK... ve olmaya devam ediyoruz... Tüm bunlara maruz kalan HER 3 kadından biri İNTİHARA kalkıştı ama biz hiç oralı olmadık... (bize ne değil mi? Fener ya da CimBom maç kaybedince çok üzüldük ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık) % 9'una daha MASUM BİRER ÇOCUKKEN bile dokunduk... Ama hep SUSTULAR... Çünkü konuşsalar kimse inanmazdı..." kim bilir neler yaptın ki sana tacizde ya da tecavüzde bulundu AMCAN ya da KOMŞUN" bu da sana DERS olsun... Ama bu DERS o kadar acıdır ki biz ERKEKLER bilemeyiz...
Bizlere sorduklarında %25'imiz "bazı durumlarda KADIN DÖVÜLÜR" demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik...
İSLAMİ ÖĞRETİ yalanları ile KADINLARI ve KIZLARI bizlerin KÖLESİ yapmaya başladık ve bu çabalar sonuçlarını vermeye başladı... Artık kadınlar o bildiğiniz kadınlar değil! % 51'i erkekler ile tartışmayı bile "saygısızlık" sanıyor artık...%36'sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış... Ya da inanmak zorunda kalmış...
% 52'si "erkek kadından sorumludur" diyecek kadar kadınlığını unutmuş... Ya da
unutturulmuş. ..% 49'u "erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir benim itiraz
hakkım olamaz" diyecek konuma gelmiş ya da getirilmiş... Kabul edelim biz kadınları KULLANMAYI çok sevdik... Evde, işte, siyasette, okulda kısacası her yerde... Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep... Onlardan VİTRİN yaptık... İMAJ yaptık... Başörtülü, normal türbanlı, modern türbanlı ve türbansız... Parti çalışmalarında kapı kapı dolaşanlar hep KADINLARDI... Koşturan ve çabalayan hep KADINLARDI... Miting olduğu zaman onları ön sıralara toplayıp KARANFİLLER attık üzerlerine ve iki lafın birinde anam, bacım edebiyatı yaptık... Ama "ANANI DA AL GİT" demek bize daha çok yakıştı! Cennet anaların ayakları altında" diye diye büyütüldük... ama ANALARI hep ayaklarımız altında ÇİĞNEDİK... EZDİK... TEPİKLEDİK...14 şubat sevgililer günü ya da Anneler Gününde bir kaç saat ara verdik! Ama sonra yine ezmeye devam ettik... İş verirken bile onları hep düşündük! İşyerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile BAYAN ELEMAN ARANIYOR ilanı vermeyi çok sevdik... 2009 Türkiyesinde KADIN olmanın ne kadar zor olduğunu biz erkekler bilemeyiz... Çünkü artık KONUŞMUYORLAR... KONUŞAMIYORLAR... KONUŞTURULMUYORLAR... İslam dinini sömüren ve kullanan KARANLIK ZİHNİYET kendi kadınlarını yetiştiriyor... Susan, itaat eden ve kaybolmuş kadınlar, kızlar... hatta çocuklar... Arada VİZYON ya da İMAJ için ortaya "sürülen" kadınlara bakmayın siz... Onlar da biliyor "kullanıldıklarını" ama artık düzen kurulmuş... Bu ülkenin kurucusu ATATÜRK 1930 lu yıllarda Türk kadınına dünyadaki birçok çağdaş ülkeden önceden hak ettiği HAKLARI verdiğinde umutlanmıştık. Çünkü o ATATÜRKTÜ... Kurtuluş Savaşı'nda bebeğinin kundağında mermi taşıyan anayı ya da cephede erkeği ile göğüs göğüse savaşan bacısını unutmadı... İhanet etmedi...
Ama BİZ ihanet ettik! Türkiye Nereye Gidiyor? Diye soruyor herkes birbirine... Cevap ne kadarda açık değil mi? Türkiye hızla ve şevkle KARANLIĞA gidiyor... Hatta KOŞUYOR... Çünkü YARATILMIŞLARIN YARISI olan KADIN YOK OLUYOR! Benim anam, bacım, sevgilim, kızım YOK OLUYOR. Kadını YOK OLAN ülkenin gideceği yol bellidir...KARANLIK ve ONURSUZ bir gelecek... Bu işi PLANLI yürütenler İSLAMİ motifler ya da örnekler ile KADININ İKİNCİ SINIF KONUMA gelmesini doğal karşılamamızı bekliyorlar... Bu işe KURANI KERİMİ ortak koşmaları ne acı... Mesela miras hukuku... Erkek çocuğa 2 pay, kız çocuğa 1 pay ya da kadının erkeğe İTAAT etmesini empoze eden garip ayet ya da sureler... Belli ki burada büyük bir istismar var... Çünkü tüm alemi yaratan ALLAHIN kendi yarattığını aşağılaması söz konusu bile olamaz... Kuran'ı kendi amaçları için yorumlayanlar KADINI ikinci plana atmayı çok seviyor olabilir ama biz hiç sevmedik... Şunu o kalın kafanıza sokun...
KADIN = ERKEK...
ERKEK = KADIN'dır...
Bazı konularda kadın bazı konularda erkek ÜSTÜN olabilir... Ama tüm bu zayıf ve üstün yönleri bir arada düşündüğünüzde tek bir gerçek var;
KADIN = ERKEK...
ERKEK = KADIN...
Bu GERÇEĞİ kabul etmemek bize her zaman kaybettirecek ve kaybettiriyor... 8 MART KADINLAR GÜNÜYMÜŞ! KADINI olmayan ülkenin kadınlar günü olmaz... Kutlanmaz. Burada yazılanlar size ters geldi ise vah benim ülkeme... Çünkü "sizler" sayesinde sonumuz gelecek. KADIN benim diğer yarım ve benim diğer yarımdan vaz geçmeye niyetim yok...
Türkiye Ne zaman kurtulur?
Ülkenin üniter, ulus ve LAİK devlet yapısına inanan ve SAHİP çıkan 550 milletvekilinin YARISI ÇAĞDAŞ TÜRK kadını olduğu zaman bu ülke KURTULUR. Yani 550 vekilin yarısının KADIN olmasını isteyen MİLLİ İRADE... Seçmen... Oy kullanan... Sen ve ben. Buna karşı çıkanlar o KALIN KAFALARINA soksunlar bu gerçeği. Türk Kadını benim diğer yarımdır ve ben TAM olmak istiyorum... Çünkü onlara İHANET EDEMEM... Tüm bunlara yürekten inanmıyorsanız lütfen "sözde" sevdiğim kadın dediğiniz kadına "SENİ SEVİYORUM" demeyin... Çünkü çok komik ve acınası oluyorsunuz... LÜTFEN artık kadınların GÖZLERİNE ve BEYİNLERİNE bakmaya başlayın... Türk Kadını ve erkeğinin daha aydınlık günlerde yaşaması dileklerim ile arz ederim.
Dr. Eray AYBAR

Gün Atatürkçülerin Günüdür!...

Atatürkçüler!..
Atatürk Cumhuriyetinin sahipleri..
Laik, çağdaş, batılı, demokrat Türkiye Cumhuriyeti'ne inanan insanlar..
Eğer bugün susarsanız, bugün sinerseniz, bugün koparılan gürültüler, toz duman edilen ortamda Atatürk ve Cumhuriyeti'nden şüphe ederseniz hele, biteriz. Atatürk biter.
Atatürk Cumhuriyeti biter... Yıllar önce İkinci Cumhuriyet sulandırmasıyla ortaya çıkıp, aslında Ortadoğu ve Orta Asya'ya göz dikmiş Amerika'nın ihtiyaç duyduğu tampon, uydu "Ilımlı İslam" devletine döneriz.
O zaman yeni bir Atatürk de bekleyemeyiz. Çünkü Atatürkler tarihte kolay yetişmiyor...
En azılı düşmanı Lloyd George'un dediği gibi, yüzyılda bir geliyorlar dünyaya...
Geçen yüzyıl bize nasip olmuştu. İki yüz yıl üst üste şansın bize dönmesini ummayın...
Bakın, Ortadoğu ve Orta Asya siyasetini tamamen bir Ilımlı İslam Türkiye'ye bağlamış Amerika'nın niyetleri nasıl açık!..
Ne diyor gayri resmi sözcüleri Newsweek dergileri.. Türkiye'de iki derin devlet var. Biri temiz..
Onlar Atatürk Cumhuriyetçisi laikler.. Kimler?.. Ordu.. Yargı.. Üniversiteler. Yani tüm dinamik güçler ve tüm Atatürk bekçileri... Bunlara dil uzatamıyor.
Ne diyor..
Bir de Kirli derin devlet var.. Temiz derin devlet varlığını devam ettirebilmek için kirliye muhtaç.
Yani eninde sonunda o da bulaşık... O da kirli.. ..Ve baklayı ağzından çıkarıyor.. "Ey Türk milleti..
Bu derin devletten kurtulmak için tek yol var önünde.. Mart ayındaki seçimlerde oyunu AKP'ye ver.
Yüzde 47'den daha fazla ver ki, onlar iyice coşsun, ötekiler iyice pıssınlar.."
Yani, Deniz Baykal'ın göstermelik, Devlet Bahçeli'nin "Yavru" muhalefetine bile tahammül edemiyorlar, görünüşte.
Aslında Amerika'nın sorunu muhalefet değil. Bir Kemal Derviş müdahalesiyle işi nasıl başarıp, darmadağın ettikleri tüm öteki partiler yanında iktidarı AKP'ye nasıl altın tepside sunduklarını bilmeyen var mı?.
Amerika'nın sıkıntısı Atatürk'ün ve ilkelerinin yılmaz bekçisi Ordu.. O orda, öyle dimdik durdukça, cumhuriyetin laik ilkelerinden ödün vermek, Ilımlı İslam devleti kurmak mümkün olmayacak.. O zaman hedef ne?..
Ordu!.. Türkiye'nin derin devleti var da Amerika'nın yok mu?.. Onlar salmazlar mı kendi derin devletlerini Türk Ordusunun üzerine.. O ordu yıpratılır, o ordunun Türk halkı nezdindeki başından beri açık ara süren "1 numaralı güvenilen kurum" niteliğine gölge, şüphe düşürülürse iş kolaylamaz mı?.. Oynanan oyun bu..
Bu ülkede her iktidar, polisi ele geçirebilir.. Ama Menderes dahil, Ordu'yu ele geçirebilen çıkmadı. Çıkmaz.
O Harpokulu orda durdukça çıkmaz.
Bugün polis ne durumda biliyor musunuz? Tarikatlar ne kadar sızmışlar haberiniz var mı?
Bugün Ordu'yu yıpratan her olayın içinde ve başında polisin olması tesadüf mü?. Polis, yargının, yani savcıların, mahkemelerin isteğiyle mi hareket ediyor, yoksa iktidarın emir kulu mu?. Polisin o gün nereleri basacağını polisten evvel devlet televizyonunun bilmesini neye bağlıyorsunuz mesela...
Çok kritik bir Ordu mensubunun evi basılır, güya çok önemli belgeler ele geçirilirken, savcılara haber verilmeyişi, polisin eve gelip yalnız başına 3 saat çalışması ve bilgisayarı yedekleme yapmadan alıp gitmesi tesadüf mü?.
İçinden çeşitli silahlar çıkan kazı yapılırken, polisin tüm özel yayın kurumlarına engel olup, sadece TRT kameramanı eşliğinde çalışması hep masum tesadüf, ya da talihsizlikler mi?.
Ordu'dan şüpheyi pompalayan satılık kalemler, hem de bu kadar temel yanlışı yapan polisi niye eleştirmiyorlar sizce?.
Geçen gün, bulunan silahlarla ilgili, 1965 yılında askeri okulda bize verdikleri dersi özetledim.
İşgal altındaki ülkede, işgalcilerle gerilla savaşı yapmak için, barışta gömülen, saklanan silahları anlattım.
Bir emekli General dedi ki.. "Yazdıkların doğru.. Bak sana söylüyorum. Bugün bulunan tüm silah ve cephanenin devlete kayıtlı olduğunu asker de, polis de biliyor. Asker görev bilinci içinde sırlarını açıklamaz. Susuyor. Polis bunu biliyor ve kullanıyor.. Asker hızla yıpranıyor.."
Ergenekon adı altında kopan tüm gürültünün baş hedefi, Atatürkçüler ve de özellikle Atatürk'ün ordusu..
İşte onun için diyorum.. Gün susma, sinme, geri adım atma, "Hele bir bekleyelim" deme günü değil..
Onlar organize..
"Fet" diyorum, yüzlerce küfür, tehdit maili yağıyor. Bir yerden işaret almış gibi..
Bütün gazete yöneticileri, bütün köşe yazarları bu baskının altında.. Atatürk'e söven yazılar son günlerde nasıl azdı, nasıl yoğunlaştı?.. Çünkü onlara da alkış yağıyor her sövmelerinde, ayni merkezlerden.. Coşuyorlar.
Atatürk Cumhuriyetçileri. Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler.. Korkmayın.. Sinmeyin.. Susmayın..
Bilgisayarlar kilitlensin haykırmanızla.. Atatürk'ün kurumları,onları sahiplendiğinizi görsün, hissetsin, yaşasınlar.. Bu ülke bizim.. Bu cumhuriyet bizim.. Atatürk bizim..
Biz yaşadıkça.. Korkmadıkça, sinmedikçe, palavraya pabuç bırakmadıkça..
Hıncal ULUÇ

Doğum Tarihine Göre Kişilikler

1 Ocak - 10 Ocak
Huzursuzluk ve kavgadan hoşlanmayan. Sevdiklerine düşkün, sabırlı ve çalışkan
Kimsenin bir şeyinde gözü olmayan, kendi çalışıp kazanmaktan yana olan.
Başarılı olmayı isteyen ve rahat, güvende yaşamayı arzulayan. Gayet kibar ve nazik
Doğru ve dürüst davranan. Başarısızlığa tahammülü olmayan, sevgiye önem veren.
Takdir edilmekten hoşlanan, yeniliklere açık, bulunduğu alanda parlamak isteyen
Kimi zaman coşkulu bazen karamsar olabilen. Fakat asla pes etmeyen, direnen.
11 Ocak - 19 Ocak
Son derece mantıklı, becerikli, akıllı, sözünde duran
Eğitim hayatına önem veren. Öğrendiklerini kolay kolay unutmayan.
Aklını ve yaratıcı hünerlerini kolaylıkla hayata geçirebilen
Neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu iyi ayırt edebilen mantıklı.
Gerektiğinde sert konuşabilen. Aynı anda birden fazla konuda bilgi sahibi olabilen
Gözlem gücü yüksek, iş hayatında başarıya mutlaka ulaşabilen.
20 Ocak - 29 Ocak
Açık sözlü, yenilikçi, toplum bilinci yüksek, arkadaşlık ilişkileri güçlü
Orijinal düşünebilen, tavırlarıyla ilgi uyandırabilen buluşçu.
Gerektiğinde duygularını geri planda tutarak, mantıklı hareket edebilen
Zihinsel aktivite gücü yüksek, herkesten daha çabuk öğrenebilen.
Uygulamaya dönük, analizci, çağın ötesinde düşünebilen
Zorluklar karşısında aklıyla kolayca çözüme ulaşan, sınırlamalardan hoşlanmayan.
30 Ocak - 8 Şubat
Hızlı düşünebilen, gayet becerikli, dürüst ve arkadaşlıklara önem veren
Tarafsız bir gözlem gücüne sahip, yapmacık insanlardan hoşlanmayan.
Yabancı dil konusunda başarılı, konuşmaları sıradışı, yenilikçi
Bulunduğu ortamda kolayca ilgi uyandıran, sıradışı espri kabiliyeti olan.
Zeki, diğerlerinden çok çabuk öğrenen, kısa yoldan sonuca ulaşabilen
Bilime önem veren, tartışmalardan hoşlanan, ikna gücü yüksek.
9 Şubat - 18 Şubat
Sıradışı ilişkiler yaşamaya hevesli, özgürlüğüne düşkün yenilikçi
Yeni yerler keşfetmeye meraklı, modayı takip eden tasarımcı.
Bulunduğu alana yenilikler getiren, orijinal ve çekici. Kaliteyi seven
Başkalarından oldukça farklı, rutinlikten hoşlanmayan. Arkadaş çevresi geniş.
Seçici, iyi gözlemci, farklı kişiliği ile ilgi uyandırabilen
Çekiciliği ile karşı cins tarafından beğenilen, her giydiğini yakıştırmasını bilen.
19 Şubat - 29 Şubat
Hayal gücü oldukça yüksek. Sevdiklerine karşı duyarlı, çatışmalardan rahatsızlık duyan
Şifa gücü yüksek, insanlara sorunlarında yardımcı olabilen.
Duyarlı bir kişilik. Acıma ve şefkat duygusu yüksek. Pozitif düşünmeye çalışan
Yaratıcı kabiliyetleri olan, yargılayıcı davranmayan, değişime açık.
Karmaşa içinde yönelimini kaybetmeden ilerleyebilen, negatif insanlardan etkilenebilen
Derin tutkulara sahip, aşk ilişkilerinde verici ve cömert. Oldukça romantik, hassas.
1 Mart - 10 Mart
Duygularının farkında olan, bağımlılıklarına düşkün, kimi zaman değişken
Sosyal hayatta çekici kimliğiyle ilgi uyandıran, mütevazi ve çok sevilen.
Ailesine düşkün, evini yuvasını önemseyen, aşkta tutkulu, güzel düşünen
Kötülük bilmeyen, kendine yapıldığında oldukça etkilenen.
Muazzam yeteneklere sahip, sezgileri güçlü, olacakları hissedebilen
Karşı cins üzerinde duruşu, tavırları, fiziksel özellikleriyle oldukça beğenilen.
11 Mart - 20 Mart
Vizyon sahibi, her yerde başarılı olabilen. Hayallerini gerçeğe dönüştürebilen
Gücünü iyilik ve güzellikler adına yönlendirebilen. Öngörüleri doğru çıkan.
Doğaüstü yetenekleri olan, yalnız kaldığında güçlenen
Başkalarını kolaylıkla etkileyebilen. Olumlu ve güçlü enerjilere sahip.
Kararlılık gösterdiği zamanlarda her işin üstesinden kolayca gelebilen
Güçlü bir manyetizmaya sahip, gizlilikleri kolayca öğrenebilen sırdaş.
21 Mart - 31 Mart
Fiziksel yönden oldukça güçlü. Hedefini bilen ve yılmadan üzerine gidebilen
İsteklerine fazlasıyla düşkün. Dediğim dedik asla geri dönmeyen.
Emir almaktan hoşlanmayan
Kendi bildiği yolda ilerlemeyi seven.
Cinselliği yoğun ve etkileyici
Ateşli ve istekli.
1 Nisan - 10 Nisan
Çok canlı, bireylik duygusu yüksek
Yaratıcı enerjiye sahip, pırıltılı bir kişilik.
Yönetme gücü olan, insanları kolayca etkileyebilen
İyi bir oyuncu (sanat), kendini ifade etmesini bilen.
Hayatın güzel yanlarının tadını çıkarmasını bilen
İsteklerini gerçekleştirme gücüne sahip renkli bir kişi.
10 Nisan - 20 Nisan
Keşfetmekten, yeniliklerde bulunmaktan hoşlanan
Para harcama meyli yüksek, hoşsohbet, açık fikirli.
İyi niyetli, geleceğini şekillendirmeyi seven, yürekli
İnançlı, sağduyulu, cömert ve kendine güvenen.
Adaletli, yardıma hazır, takdir edilmeyi seven
Yabancı dile meyilli, seyahat etmekten hoşlanan.
20 Nisan - 30 Nisan
Güzelliklere aşık, gösterişli ve kaliteli olan herşeyi seven
Maddi ve manevi değerlerini önemseyen, koruyan, sahiplenen.
Sosyal hayatın içinde yer almaktan zevk alan. Arkadaşlarının önemseyen
Güzel bir çevrede yaşamak isteyen. Duyarlı ve estetik bir kişi.
İnce ve Nazik yapısıyla takdir edilen ve sevgi duyulan
Uzlaşmazlık, kavga ve çekişmelerden hoşlanmayan.
1 Mayıs - 10 Mayıs
Zihinsel yetenekleri yüksek, aklını önemseyen, sezgileri kuvvetli
İlgi alanları yoğun, dünyayı gözlemlemekten hoşlanan.
Konuşma ve yazma yeteneği son derece güçlü. İnsanları kolayca çözebilen
Değerlendirme gücü yoğun, organizasyon becerisi muazzam.
Başkalarıyla çalışmaya müsait, uyumlu. Fazla detaydan hoşlanmayan
Özgürlüğüne önem veren. Konuşmasıyla karşısındakini etkileyebilen.
11 Mayıs - 20 Mayıs
Gayet güvenilir, dürüst yaklaşımlara sahip. Güçlü ve derin duyguları olan
Aşk ilişkilerinde güvenilir, karşısındakine değer veren.
Gerçekçi düşünebilen, kendine yeterli. Başarma tutkusu olan, çalışkan
Güzelliklere önem veren, kabalıktan hoşlanmayan. Keskin gözlem gücü olan.
Başkalarının haksız sözlerinden etkilenebilen. Arkadaşlığa önem veren
Hedefine ulaştığında böbürlenmeyen. İyiliğin, vefanın kıymetini bilen.
21 Mayıs - 31 Mayıs
Çok yönlü ve becerikli. Yargı ve mantık gücüne sahip
Yenilikten hoşlanan, yeni insanlar tanımaktan zevk alan.
Bilgiyi önemseyen, meraklı ve öğrenmeye aç
Mantıklı, eğri ile doğruyu ayır etmesini bilen.
Kıvrak zeka, konuşma kabiliyeti, kendini yönlendirebilen
Düşmanlarını yenmeye başarabilecek kadar akıllı.
1 Haziran - 10 Haziran
Sosyal ilişkilerini önemseyen, akıllı davranabilen
Zeki, uzlaşmacı, hayatın güzel yanlarının tadını çıkarabilen.
Nabza göre şerbet vermeyi bilen. Yeniliklerden hoşlanan
Değerli olanı bilen, duyarlı ve yapıcı davranabilen.
Rahatına düşkün, sıradan şeylerden hoşlanmayan. Kaliteye önem veren
İnce, nazik, aşka önem veren. İyi niyetli, arkadaşlıklara önem veren.
11 Haziran - 21 Haziran
Modern düşünebilen, tarafsız ve objektif düşünebilen
Manyetizması güçlü, arkadaşlık olgusunu önemseyen.
Özgürlüğüne düşkün, mantıklı davranabilen
Orijinal herşeyden hoşlanan. Pek çok insanla anlaşabilen.
Fikirleri bir çok insan tarafından beğenilen. Kuvvetli iradesi olan
Yaratıcı, bireylik duygusu gelişmiş, haksızlığa boyun eğmeyen.
22 Haziran - 30 Haziran
Güvende yaşamak isteyen, empati yönü güçlü, duyarlı kişilik
Ailesine, sevdiklerine önem veren. Koruyucu ve kollayıcı.
Gerçeklerin peşinden koşabilen. İlişkilerde uzlaşmaktan yana olan
Duygusal değerlerine önem veren, etkileme gücü yüksek.
Karşısındaki kişiyi kolaylıkla etkileyebilen, ruhunun derinliklerine inebilen
Kendini güvende hissetmediğinde tepkisel davranabilen.
1 Temmuz - 11 Temmuz
Düşünce gücü yüksek, sezgileri mükemmel derecede yoğun
Bulunduğu alanı kötülüklerden arındırabilen, yenilikçi düşünebilen.
Şüphelerini aydınlığa kavuşturabilen, kendini yenileyebilen
Yüzeyde olanlarla yetinmeyen, araştırmadan güvenmeyen.
Zihnini ve iradesini kendi gelişimi için odaklamasını bilen
Güçlü iyileştirme gücü olan, güçlü olmayı, güvende olmayı önemseyen.
12 Temmuz - 22 Temmuz
Artistik kabiliyeti olan, aydınlanmaktan yana. Sanata meyilli
Acıma ve şefkat duyguları yüksek. idealist.
Kendini inandığı bir şeye adayabilen, vizyonu yüksek
Kendini aşmak isteyen, duyarlı yüreğe sahip, özverili.
Özlemleri olan, hayal gücü yüksek. Duyu dışı algıları olan.
Birçok insanla anlaşabilen, aşkta derin duygulara sahip.
23 Temmuz - 1 Ağustos
Kendinden emin, bağımsız, liderlik gücü yüksek
Soylu, gururlu, gösterişli, toplumda hemen farkedilen.
Sadakat duygusu yüksek, organizasyon yeteneğine sahip
Sevdiklerine düşkün, sanatkar, kolayca yükselebilen.
İçi dışı bir, kalbinin sesine kulak verebilen. Sevilmeyi önemseyen
Yaratıcılık yeteneği olan, isteklerini direkt olarak açıklayabilen.
2 Ağustos - 12 Ağustos
Hoşsohbetli, neşeli, etrafını rahatlatan, vicdanlı
Para harcamayı seven, kaliteye önem veren, gururlu.
Kimseyi kırmaktan hoşlanmayan, yüce gönüllü
Gezmekten, araştırmaktan hoşlanan, inanç sahibi, maneviyatı güçlü.
İyi bir sırdaş, güçlü bir dost
Başkalarının emri altına girmekten hoşlanmayan, özgürlüğü seven.
13 Ağustos - 22 Ağustos
Kendini ortaya koyabilen, savaşçı, enerjik, isteklerini elde edebilen
Bilinçli, cesur, haksızlıklara boyun eğmeyen. Yeni fikirleri önemseyen.
Girişimci, zeki, nerde ne yapması gerektiğini bilen açık sözlü.
Hayatta kalmayı başarabilen. Fiziksel gücü yüksek.
Karşısındaki kişiyi çabucak çözebilen, açık sözlü
Beklemekten hoşlanmayan, yeni projelere, planlamalara istekli.
23 Ağustos - 1 Eylül
Mantıklı, becerikli, akıllı, başkalarıyla kolaylıkla bağlantı kurabilen
Aşkı önemseyen, sorunlardan pek hoşlanmayan.
Kaliteli ortamlar, elit yerlerden hoşlanan. Cahil insanlardan uzak duran
Keskin gözlem gücüne sahip, bir bakışta eksiklerini görebilen.
Olayların ardındaki gerçekleri önemseyen ve öğrenmek isteyen
Çabuk kavrayan, net görmek isteyen, iletişimci.
2 Eylül - 12 Eylül
Ciddi bakış açısına sahip, sağlam kararlar vermeye çalışan
Beklentileri akla ve mantığa uygun, çalışkan ve planlı.
Güven olgusunu önemseyen, yanlış kararlar vermekten hoşlanmayan
Disiplinli çaba, görev ve sorumluluk bilinci yüksek olan.
Dayanıklı, mesleki konularda yetenekli. Dikkatli konuşan
Yaşından olgun. Sözleri tutarlı, kabul edilmekten hoşlanan.
13 Eylül - 22 Eylül
Yerinde konuşan, güçlü bir kişilik, sevme duygusu gayet yüksek
Uyumlu, dengeli, akıllı ve gayet çekici.
Aşkta sıcak yürekli, nezaket dolu, güçlü imaj sahibi
Huzursuzluktan hoşlanmayan, böyle ortamlarda bulunmak istemeyen.
Sosyallikten hoşlanan ama aşırı uçlara kaçmayı sevmeyen
Öncü, akıllı, iletişimci bir kişilik. Tarafsız düşünebilen.
23 Eylül - 2 Ekim
Lüks, güzellik, kaliteden hoşlanan. Sevgi dolu bir kişilik
Erkekleri yakışıklı, kadınları çok güzel olan.
Sosyal yönü güçlü, yeni fikirleri seven, hassas yaradılışta
Zevkleri için para harcamaktan çekinmeyen, bu yüzden zorlanan.
Seyahat etmekten hoşlanan, yeni insanlarla tanışmaktan zevk alan
Amaçları bir şekilde gerçekleştirebilecek şansa sahip olan.
3 Ekim - 13 Ekim
Başkaları tarafından her zaman ilginç, sıra dışı bulunan, çok çekici
Özgürlüğüne düşkün, kurallarla çevrelenmekten hoşlanmayan.
Sosyal ilişkilerini önemseyen, popüler ve girdiği ortamlarda farkedilen
Toplum içindeki yerini önemseyen, farklı bulunmaktan hoşlanan.
Kararlarını kendi vermekten zevk alan ve bunda ısrar edebilen
Günün yenilik anlamındaki tüm akımlarını takip eden, uygulayabilen.
14 Ekim - 23 Ekim
Fiziksel ve zihinsel anlamda hızlı ve aktif hareket edebilen
Sözleriyle ilgi uyandırabilen, zekasıyla her türlü sorunun üstesinden gelebilen.
Aşkta aşırı duygusallık yerine gerektiğinde mantığının sesine kulak verebilen
Hislerini kağıda dökebilen. İşbirliğini önemseyen, etrafıyla uyumlu özel bir kişilik.
Yenilikleri uygulamaktan hoşlanan, cinselliğine önem veren
Cazibeli, aydınlık fikirleri olan, başarmaktan, gelişmekten, büyümekte hoşlanan.
24 Ekim - 1 Kasım
Kadınları oldukça çekici, Erkekleri karizmatik. Karşı cins üzerinde gayet etkililer
Mistizm, bilinmeyenler konusunda meraklı ve bu yönde yetenekleri olabilen.
Dönüşüm, değişim ve her türlü yenilikten hoşlanan. Bunun için gerekirse savaşabilen
Sözleri keskin kendine güvenli. Doğruluktan hoşlanan. Disiplinli ve güçlü bir karakter.
Gizliliklerine önem veren, başkalarının sırlarını kolayca öğrenebilen
Güç ve kontrol kurmaktan hoşlanan, sözlerinin dinlenmesini isteyen.
2 Kasım - 11 Kasım
Oldukça duyarlı, Romantik ve tutkulu. İdeallerinden ödün vermeyen
Hayal gücü yüksek fakat hayal ettiklerini hayatında uygulayabilen sezgileri yüksek.
Aşkla büyümekten, gelişmekten hoşlanan. Aşkı için her türlü mücadeleye giren
Başkalarının sorunlarına çare bulabilen, empatisi yüksek, yönlendirme gücü yoğun.
Başkalarıyla yarışabilen, yüksek noktalara er veya geç gelebilecek güçlü bir karekter
Derinlikten hoşlanan, iş olsun diye dost olmayan, dostuna gerçekten yardım edebilen.
12 Kasım - 22 Kasım
Oldukça etkileyici bir kişilik. Haksızlıklar karşısında her türlü mücadeleye girişebilen
Dürüst ve doğrucu bir insan. Hakikatlerin ışığı altında ilerlemekten yana olan.
Toplumsal vizyonu yüksek, girdiği ortamlarda çekiciliği, duruşuyla kolayca ilgi uyandıran
Gayet şanslı. Sezgileri inanılmaz güçlü olacakları hissedebilen.
Herhangi bir durum ve olayın ardından kolayca toparlanması bilen. Empati yeteneği güçlü
Altıncı duyusu çok yüksek. Önsezileri inanılmaz kuvvetli. Vatanına, ailesine çok düşkün biri.
23 Kasım - 1 Aralık
Ahlaki özellikleri son derece güçlü. İnanışı, özgüven duygusu gelişmiş, dürüst kişilerdir
Geniş görüşlü, vicdanlı, değerlerine önem veren, yüksek eğitimden hoşlanan.
İyimser, öngörüşleri doğru çıkan. Gezgin bir ruh, yaşamı derinlemesine yaşamaktan hoşlanan
Aşkta bağlanma duygusu fazla yüksek olmasa da, sevdiklerine düşkün ve onları koruyan.
Başka insanları bilgisiyle, zarafetiyle büyüleyen. Yol gösteren abilik ablalık yapabilen
İnsancıl, açık fikirli. Etik değerlere ve kanunlara saygılı. Fazla para harcamayı seven.
2 Aralık - 11 Aralık
Çok cesur. İnanmadığı hiçbir şeyi kabul etmeyen. Savaşma dürtüsü yüksek
Haksızlıklara boyun eğmeyen amaca yönelik hareket edebilen.
Gayet bağımsız zincirlere tahammül etmeyen. Kimsenin lafıyla hareket etmeyen
Sadık ve oldukça fedakar. Söz verdiği zaman mutlaka yerine getiren.
Aktif, hızlı ve gözü pek. Cinselliği güçlü, tutkulu, girişimci, istediği kişiye elde edebilen
Kimi zaman oldukça sabırsız, aceleci davranabilen. Rekabetçi, oldukça tutkulu.
12 Aralık - 21 Aralık
Kişilik sahibi, bilgisiyle, tecrübeleriyle insanları kolayca etkisi altına alabilen
Vizyonu güçlü, sezgi gücü yüksek, anlamaktan, keşfetmekten zevk alabilen.
Duygularını kontrol edebilen, sevilmek ve ilgi görmekten fazlasıyla hoşlanan
Aşkta kendi isteklerine düşkün. Çekiciliğiyle karşı cins üzerinde fazlasıyla etkili olan.
Yanılmaktan hiç hoşlanmayan. Sanata ve yeni gelişmelere açık. Kendini gayet iyi koruyan
Yenilgilerden yılmayan, gururlu ve kendini geliştirmesini bilen, hakimiyet kurabilen.
22 Aralık - 31 Aralık
Sorumluluk sahibi, ne istediğini bilen, doğru ve yerinde kararlar alabilen bir kişilik
Disiplinli bir çaba ile her türlü güçlüğün üstesinden gelebilen. Sadık ve güvenilir.
İç gözlem gücüne sahip, yavaş ve emin adımlarla ilerlemekten yana olan
Koşullar ve şartlara göre kendini ayarlayabilen uçarılıktan asla hoşlanmayan.
Aşkta güven, saygı ve sevgiye değer veren. Oldukça tutkulu, sevdiğine sahip çıkan
Liderlik gücü yüksek, organize, iş hayatında parlayabilen. Bazen karamsar olabilen.

Daha Güzel Bir Yaşam İçin...

Özür dilemekten çekinme.
Aynı hatayı ikinci kez yineleme.
Duyurduğun ya da duyduğun haberlerin taraflı olduğunu unutma.
Büyük düşün, küçük zevklerin tadına var.
Dinlemeyi öğren.
Mükemmeli ara, kusursuzu değil.
Yaşlan ama paslanma.
Asıl savaşı kazanmak için küçük bir çarpışmayı yitirmeyi göze al.
İnsandaki iyiyi ortaya çıkarmayı bil.
Senden daha zeki insanları işe al.
İlk kez tanıştığın insanlara önce işlerini sorma.
Kaybedecek birşeyleri kalmamış insanlardan kendini koru.
Herşeyi bulduğundan daha iyi durumda bırak.
Köprüleri atma. Aynı nehri yine geçmek zorunda kalabilirsin.
Acıyı ve düşkırıklığını, yaşamın bir parçası gibi kabul et.
İnsanların her zaman gerçeği duymak istediklerini sanma.
Başarılarının sana sağladığı iç huzuru sağlık ve sevgi ile ölç.
Sürekli “Ben dürüstüm” diyenlerden kuşkulan.
"Keşke” sözcüğü yerine “Bir daha ki sefere” demeyi dene.
Maddi durumun çok iyi olsa bile, bırak çocukların kendi harçlıklarını kendileri kazanabilsinler.
Çoçuklarına sık sık onlara ne denli çok güvendiğini söyle.
Çocuklarını övgüye sahip olabilecekleri biçimde yetiştir.
Ailene “en iyisini vermek” yerine, “verebileceğinin en iyisini” ver.

Nuh'un Gemisi


Ünlü bir yönetici "bilmem gerekenleri Nuh'un gemisinden öğrendim" diyor ve öğrendiklerini şöyle sıralıyor:
- Acele et doğru, gemi kalkarken yetiş. Sakın kaçırma.
- Hepimiz aynı gemideyiz, bunu hiç unutma.
- Zaman gelip çatmadan planını yap. Hz. Nuh, gemisini yapmaya başladığında henüz yağmur yağmıyordu.
- Kendine iyi bak, büyük günü bekle. Altmış yaşına geldiğinde bile, gerçekten büyük bir iş yapman için önüne yeni fırsatlar çıkabilir.
- Eleştirileri dinle, eleştirenlere kulak asma, yapılması gerekeni yapmayı sürdür.
- Geleceği zirveler üzerine kur, dalgalar sana ulaşamasın.
- Ne olur ne olmaz, her daim eşinle yola çık.
- Hız her zaman kazandırmaz. Yılanlar da gemideydi çıtalar da.
- Üzerinde aşırı bir baskı duyumsadığında, bir süre boşlukta yüz.
- Titanik'in profesyoneller, Nuh'un Gemisi'nin ise amatörler tarafından yapıldığını unutma.
- Fırtınanın gücü ne olursa olsun, şansa inanıyorsan eğer; seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır.

Misak-ı Milli Sınırlarımız

Atamızı Seviyoruz


Bu topraklarda Atatürk sevgisiyle sonsuza değin yaşamak dileğiyle...

Sevmek İçin Tanımak ve Anlamak Gerek


İşte;
Her gün geçtiği yolunun üzerindeki iğde ağacının kesildiğini görünce ağlayan,
- Çok sevdiği köpeği Foks öldüğünde matemini tutan,
- Yalova'da köşke zarar veren ağacın dalı kesilmesin diye köşkü kızaklarla kaydırtan,
- Savaş sonrası Çankaya'da ücretle çalıştırılan ve ayrılışlarında çantalarında Gazi markalı sigara çıktığı için görevli personel tarafından dövüldüklerini gördüğü Yunan esirlerinden özür dileyerek sigara ve para ile onları uğurlayan,
- İçki içmeyen ve beş vakit namaz kılan Mareşal Fevzi Çakmak yemekte olacağı zaman masaya içki koydurmayıp limonata ile yetinen,
- Ramazanlarda Hafız Yaşar Okuyan'a, gündüzleri Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhu için hatim okutan, akşamları da huzurunda okuttuğu sureleri derin bir hazla dinleyen,
- Ankaralılar tarafından kendisine hediye edilmek istenen Çankaya'daki evin tapu tescilini, 1.İnönü savaşını kazanan orduya bağışlanmak üzere M.S.B'ye yaptıran,
- Yurt gezilerinde, Kara Fatma, Satı Kadın gibi Kurtuluş Savaşı'nın kahraman Türk kadınlarını buldurup ellerini öpen, vefalı, şefkatli, merhametli, inançlı, saygılı, dürüst, yüreği sevgi dolu bir insan olan Atatürk.

Her şeyimizi borçlu olduğumuz böyle bir Önder nasıl sevilmez?
Onun; parasal yardım yaparken dahi, ne kadar zarif bir tutum sergilediğini Yaveri Muzaffer Kılıç'ın aşağıdaki anısı ne güzel anlatıyor.(1)
"Bir gün Atatürk'le beraber Abidinpaşa'dan gelip Samanpazarı yoluyla Ulus'a geçiyorduk.
O zamanlar Samanpazarı'nda bulunan üç beş dükkan dan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti. Kitapçı dükkanının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankara'da böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürk'ün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik.
Beraberce dükkana yürüdük. Kitapçı Ata'yı görünce, "Buyurun Paşam" diyerek heyecanla bir Emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler.
Kitapçı;
- Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok dedi.
Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler. Kitapçı ezile büzüle;
- Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler, müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim dedi.
Bu sefer Atatürk daha çok merak edip,
- Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz dediler.
Kitapçı; - Paşam 40 lira istemişlerdi deyip yine halı sahibinin ismini vermedi. Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek ve sıkılarak;
- Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam dedi.
Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Meclis'te görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira bırakmamı emretti.
Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.
Bu arada Atatürk, Abdülhalim Efendi'nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;
- "Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama, kapısını kimseye kapamıyor"diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;
- “Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi'nin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz” dediler.
Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık. Aynı akşam Abdülhalim Efendi'nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında karşıladı.
Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.
Abdülhalim Efendi;
- Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım” dedi.
Atatürk de;
- Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz” diyerek halıyı açtırdılar ve odaya serdirdiler.
Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi kapıya kadar uğurlayarak;
- Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı..... derken Atatürk sözünü keserek mütebessim,
- Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz. Diyerek veda edip ayrıldılar.
Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi Efendi'ye, kitapçıya bile belli etmemeye çalışarak ihtiyacı olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı."
Bu ibret verici anı; O büyük asker, devlet adamı ve devrimci liderin, en az bu nitelikleri kadar büyük olan insanlığını anlatmasının yanı sıra onun, gerçek dindar ve üstelik bir tarikat mensubu olan Çelebi'ye saygısını göstermek bakımından da ayrı bir önem taşıyor.
Ayrıca; Herkese açık sofrasını sürdürebilmek için halısını satan bir tarikat ehlinin, dini siyasete alet ederek para, mevki ve güce ulaşan, yurt içinde ve dışında saf ve eğitimsiz vatandaşları sömürerek trilyonluk mal varlıklarının sahibi olup sefa süren günümüz din ve tarikat bezirganlarından farklılığını da ortaya koyuyor.

Tabi anlayana ve anlamaktan yana nasibi olanlara!...

Atamızdan Bir Anı


Stalin'in Sovyetler Birliği'nin başında olduğu dönemler... Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi ünlü bir diplomat Karakan... 1917 Ekim Devrimi'nin yıl dönümlerinden birinin sabahında Stalin, son derece sivri, anlamsız ve onur kırıcı bir demeç veriyor.
Bu demecinde aynen şunları söylüyor: "Herkes bilsin ki, Rus Milleti; Boğazlarla, Ardahan'ı ele geçirmekten asla vazgeçmeyecektir. Çok yakın bir zamanda bu davalarımızı halletmiş olacağımızı şimdiden müjdeliyorum..."
Aynı gece Ankara'da Sovyet Büyükelçiliği'nde de ihtilalin yılldönümü kutlamaları yapılıyor. Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk gece yarısına doğru Stalin'in bu densiz demecinden haberdar oluyor ve maiyetine emrediyor:
- Arabaları hazırlayın gidiyoruz.
- Paşamız bu saatte nereye?
- Sovyet Sefareti'ne.
Maiyetin etekleri tutuşur çünkü olayı kavrarlar, içlerinden birisi Atatürk'e:
- "Paşa hazretleri nasıl olur? Protokolsüz mü? Siz devlet başkanısınız, nasıl gidersiniz?"
- "Ben protokol falan dinlemiyorum çocuk. Stalin vatanımın topraklarına göz dikmiş, sen bana protokolden söz ediyorsun. Hazırlayın arabaları." diye emir verir.
Büyük önderimiz ve arabalar hazırlanır. Atatürk ve maiyeti, Sovyet sefaretinin kapısına dayanır. Ulu önderimiz yüzü asık bir şekilde yukarı çıkar ve o sırada sefarette büyük bir balo vardır. Atatürk kendisini karşılayan Büyükelçi Karakan'ı görünce:
- "Merhaba Karakan" der ve aynı sert ifadeyle devam eder.
- "Rahatsız ettik ama sen benim şahsi dostumsun, kusurumuza bakmazsın. Bir hususu esasından anlamaya geldim."
- "Emredin Sayın Başkan"
- “Ajanstan öğrendiğime göre, başbakanınız Stalin, Ardahan'la Boğazları istemiş, kararı katiymiş... Pek yakın bir gelecekte bu kararını uygulayacakmış. Tam böyle söyleyip söylemediğini bilemem ama buna benzer şeyler söylemiş. Tabii ki bu nutkun da bir sureti sende vardır. Getir bakalım şunu da işin aslını faslını iyi anlayalım."
Stalin'in nutku getirilir. Atatürk metnin o kısmını yanındakilere kelime kelime tercüme ettirir. Nutuk ajanstan geçen metin ile aynıdır.
Atatürk sorar:
- "Karakan, sefaret telsizinden derhal Stalin'i bulduracaksın. Bu beyanatından vazgeçip geçmediğini sorduracaksın. Başbakanın tükürdüğünü yalayacak, yalamazsa ben yapacağımı bilirim. Bu cevap bu gece gelecek çünkü benim senin başbakanından daha önemli bir kararım var. İstediğim cevabı almadan sefaretinizden dışarı adım atmam. Eğer cevap istemediğim şekilde gelirse' bil ki buradan çıkıp doğru Rus sınırına gideceğim..."
Karakan çaresizlik içinde telsizin başına koşar ve Atatürk'ün söylediklerini aynen nakleder. Stalin'den gelen cevap büyük önderimizi tatmin eder çünkü cevapta aynen şöyle söylenmektedir.
- "Stalin sürçülisan eylemiştir. Boğazlar'la Ardahan'ı almak gibi bir arzusu katiyetle yoktur..."
Atatürk cevabı okuduktan sonra Rus Büyükelçisi Karakan'a hitaben:
- "Karakan seni geri çağırırlar ve yaşatmazlar. Uzun süredir tanışıyoruz, istersen bize iltica et."
Karakan bu teklife olumsuz cevap verir ve cevabı telgraftan hemen sonra bir telgrafla geri çağrıldığını açıklayarak:
- "Teşekkür ederim. Sizi tanımış olmam bile kafidir ancak memleketinizdeki vazifem sona ermiştir. Yarın hareket edeceğim.'
Atatürk fazla ısrar etmez ve Çankaya'ya döner. On gün sonra şöyle bir haber gelir. Sovyetler Birliği'nin eski Ankara Büyükelçisi Karakan fırında yakılmak suretiyle idam edilmiştir.

"F" Vitamini

PROF. DR. MEHMET ÖZ, 25.10.2009
Bu başlığı okuyunca, "Bugüne kadar F vitamini diye bir şey hiç duymadım" demeyin! Hepinizin en azından bir tane dostu vardır ve F vitamini dediğimiz sağlık iksirinin kaynağı da dostlardır...
Bazen sizde stres yaratan işlerin bir listesini yapıp, onlardan kurtulmanız gerekebilir. Bazen evdeki işlerinizi bir kenara bırakıp, en yakın arkadaşınızla dışarı çıkıp eğlenmeye ihtiyaç duyabilirsiniz. Peki, neden size böyle bir şey hatırlatma gereği duyuyoruz? Çünkü 'Vitamin F'nin (Friendship -Türkçesi arkadaşlıkkelimesinin baş harfi olduğu için 'F') sağlığınıza faydaları saymakla bitmez.
SİZİ 30 YIL GENÇLEŞTİRİYOR
Yapılan son iki araştırmaya göre; güçlü sosyal iletişim içerisinde olanlarda depresyona girme ve ölümcül krizlerin oluşma riski azalıyorr. Düzenli F vitamini kullanmak, sizi gerçek yaşınızdan 30 yaş daha genç hale getirebilir. Çünkü bu sayede stresten uzak bir yaşamınız olur. Dostluğun sıcaklığıyla, gergin olduğunuz zamanlarda bile kan damarlarınızda pıhtılaşma ve kalp krizi geçirme riskiniz yüzde 50 azalır.
SIRLARINI PAYLAŞMIYORLAR
Göğüs kans erine yakalanmış 3 bin hemşire üstünde yapılan bir araştırmada, sosyal destek alanların, almayanlara göre yüzde 66 daha uzun yaşadıkları saptanmıştır. Peki, gerçekten sizi sağlıklı tutan arkadaşlıklara sahip misiniz? Ne yazık ki birçoğumuzun böyle dostları artık yok! Duke Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, son yirmi yılda sırlarını dostlarıyla paylaşmayı tercih etmeyen kişilerin hızla arttığını ortaya çıkarmış.
SAHİP OLMANIN 4 KURALI
1. Zaman: Bir insanla hemen samimi olunmaz. Samimiyet için onunla birlikte zaman geçirmeniz gerekir.
2. Dikkat: Sorunlarını çözmenize gerek yok, sadece onlara sorular sorun ve size anlattıklarını can kulağıyla dinleyin.
3. Hassasiyet: Gerçek dostlar birbirlerine karşı hassas olur. Gecenin 03.00'ünde bile ihtiyaçları olursa birbirlerini ararlar.
4. Eğlence: Arkadaşınızla birlikte ne yapmaktan hoşla nıyorsanız onu yapın. Birlikte eğlenip, gülün ve bağlanın.

Biz miyiz Bize Engel Olan, Yoksa Korkularımız mı?

Gelir mi yaşanmak istenenler? Olmaz denenler olur mu?...Hep yeşertmek istediğin o güzelim çiçekler… Açar mı bir gün? Bekler misin hayatı kendi
içinde?
İçinde kalan özlemini duyup da yaşanamayan yıllarını arar mısın? Vermeye kıyamadığın o güzel kalbini açar mısın birilerine? Yoksa hala saklar mısın, pahabiçilmez o değeri…Vermeye kıyamaz mısın yoksa sende? Yine her şeye uzaktan bakar, seyreder misin?
Korkularımız var! Elimizi uzatmaya korktuğumuz başka elleri sıkmak için çekinceler taşıyor yüreklerimiz. Kırılma korkusuyla sevmiyor kalplerimiz. Tek başımıza olmak, tek kişilik hayatları tercih etmek daha çok işimize geliyor. Çünkü o zaman özgürdür yürek, kimse bizi üzemeyecek hayal kırıklığına uğratamayacaktır. Üzülmeyeceğimizi bildiğimiz içinde çok güçlü hissederiz kendimizi kale gibiyizdir benliğimizde!
Zamanımız gelir geçer böyle… Ama hep içimizde yenik düştüğümüz bir duygu vardır adını koyamayız! Hep bir beklenti içinde kalıp da umursamamak gibidir bu! Yıllar sonra her şey, daha da çöker üstümüze… Yaşamadığımızı anlarız! Sadece soluk alıp vermişizdir. Nasıl da ağır gelir bu düşünceler…
Altında eziliriz de bilemeyiz!
İçimizi bir hırs kaplamıştır artık! Yapamadıklarımıza karşı, söylenmeyenlere karşı, yaşanmayanlara karşı… Öyle öfke duyarız ki bazen biz bile korkarız kendimizden!
İçimizdeki kavga, kendi kendimizedir. Sorumlusu da suçlusu da bizizdir. İçimizde yaşattığımız bu fırtına, geldiği gibi gider desek de asla gitmeyecektir. Hep bir yerlerde pusuya yatacak ve bizi en zayıf anımız da yeniden vuracaktır! Taa ki fırtınayı oluşturan gizlenmiş, dışarı atılmamış
zehirleri içimizden boşaltmadığımız sürece!...
İnsan dış görünüşte bir kişidir ama iç dünyası onu hep ikiye böler.
İç dünyan ve dış dünyan olarak hep ikili yaşarız. Ne zaman ikisini aynı koltuğa oturtursuz işte o zaman huzurun ve mutluluğun da yolunu açarız kendimize!
Soluk almak değildir yaşamak…O soluğu içine çekerken iyi ki yaşıyorum ve bunu paylaşıyorum diyorsak eğer…
Başka söze gerek yoktur!

Ne Olur Fazla Mütevazı Olmayın!...

Dunning-Kruger Sendromu
Televizyon izlerken birilerine bakıp da "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldumu hiç?
Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı?; onlara bakıp "Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?" diye iç geçirdiniz mi? Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok yaşamış olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:
"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."
Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:
Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.
Bitmedi...
Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...
Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin "kendilerine güvenleri" müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmalarıhalinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.
Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayan-lar ise "en alçakgönüllü" deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.
Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:
"İşinde çok iyi olduğuna" yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür! Ancak bu 'cahillik ve haddini bilmeme' karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. 'Eksiler' kariyer açısından 'artıya' dönüşür. Sonuçta, 'kifayetsiz muhterisler' her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler...
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında 'fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler...Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da 'ihtiras eksikliği' ile suçlanırlar..."
Ne olur fazla mütevazi olmayın!...
Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı".
"Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırlarıokurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...
Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir sözüyle bitiriyorum: Dünyanın sorunu akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır."

Hatalı Alanlardan Bağımsız İnsanlar...

Bu insanlar, yaşamın her yönünü severler, şikâyet etmekle ya da olayların daha değişik olmasını istemekle vakit kaybetmezler.
Bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Aileye güçlü bir sevgi ve bağlılık duymalarına rağmen, ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterirler.
Kendilerini şikâyet etmeden kabullenirler. Fiziksel benliklerini, sahteliklerle gizlemezler.
Sevgi anlayışları, sevdiklerine hiçbir değeri zorla kabul ettirmemeyi gerektirir.
Onay aramak gereksinimleri yoktur. Övgü ve ödül talep etmezler.
Çok açık ve dürüst konuşurlar, çünkü vermek istedikleri mesajları, başkalarını memnun etmek için dikkatli sözcükler arkasına gizlemezler.
Gülmeyi ve başkalarını güldürmeyi iyi bilirler.
Doğal yaşamı takdir ederler. Başkalarına eğlenceli gelmeyen şeylerden zevk alma yetenekleri vardır. Günbatımını izlemek ya da kırlarda küçük bir gezinti yapabilmek, doğum yapan bir kediyi izlemek onlar için mükemmel bir şeydir ve şükran duyarlar.
Başka insanları çok iyi anlarlar ve asla şaşırıp şok olmazlar.
Hastalık hastası değildirler.
Gereksiz kavgalarda asla taraf olmazlar.
İnsanlar hakkında konuşmaz, insanlarla konuşurlar.
Titizlik ya da düzenlilik gibi dertleri yoktur, verimli yaşamaya bakarlar. Organizasyon nevrozundan bağımsız oldukları için yaratıcıdırlar.
Bu insanların müthiş bir enerjileri vardır. Enerjileri doğaüstü değildir, yalnızca yaşamı ve yaşamdaki aktiviteleri sevmelerinin bir sonucudur.
Şiddetli bir merak duygusuna sahiptirler. Hep araştırır, yaşamlarının her anını kavramak isterler. Her insan, her varlık ve her olay, daha çok öğrenmek için bir fırsattır.
Başarısız olmaktan korkmazlar, hatta onu sevinçle kabul ederler. Bu insanlar, kendilerine zarar verecek duyguları yok etme ve kendilerine verdikleri değeri artıracak olanları doya doya yaşama yeteneğine sahiptirler.
Bu mutlu insanlar, asla kendilerini savunma gereksinimi duymazlar. Basitçe 'her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız. Anlaşmak zorunda değiliz' derler. Bir tartışmayı, kazanma ve karşısındakini konumunun yanlışlığına ikna etme gereksinimi duymadan, burada keserler.
Değerleri dar değildir. Kendilerini tüm insan ırkının bir parçası olarak görürler. Daha çok düşman öldürmekten sevinç duymazlar.
Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür ve hiç kimseyi kendilerinden önemli konuma getirmezler.
Başkalarının yeteneksizliği nedeni ile kazanmak yerine, zaferi kendi çabaları ile elde etmeyi yeğlerler.
Komşularının ne yaptığını fark etmezler, çünkü var olmakla meşguldürler.
En önemlisi bu insanlar 'KENDİLERİNİ SEVERLER'. Kendilerine acımak, kendilerini reddetmek, kendilerine öfkelenmek için zamanları yoktur.
Elbette sorunları vardır, ama sorunların onları duygusal paralizasyona götürmesine izin vermezler. Tökezleyip düştüklerinde, tekrar ayağa kalkar ve sızlanmadan yaşamaya devam ederler.
Hatalı alanlardan bağımsız insanlar, mutluluğu kovalamazlar, sadece yaşarlar ve mutluluk onları bulur. Gerçekten nadir bulunan insanlardır, onlar için her gün mükemmeldir.
Kaynak: Hatalı Alanlarınız, Dr. Wayne W. Dyer

Kasaba

KASABA esnafından biri olmalıydı kocam.
Akşam, güneş batmadan
Dükkanını kapatıp eve gelmeliydi.
Evimiz mümkünse bahçeli olmalıydı.
Yaz akşamları sulayıp serin serin oturmalıydık.
Ben, orta boylu tıknazca, ev hanımı olmalıydım.
Cinsiyeti önemli değil, eli ayağı düzgün iki çocuğumuz olmalıydı.
Derslerine yardım etmeye yetecek eğitimim olmamalıydı.
Ama ara sıra ''Dersinizi bitirdiniz mi?'' diye sormalıydım.
Daha çok üstleri başlarıyla...
Yedikleri içtikleriyle...
Öksürükleri, aksırıklarıyla ilgilenmeliydim.
Yavaştan yavaştan çeyizlerini düzmeliydim.
Her ayın 15'i kabul günüm olmalıydı.
Ellerime sağlık, kekler,poğaçalar yapmalıydım.
İnce belli bardaklarda çaylar ikram etmeliydim.
Sabahları hırkamı omzuma alıp komşuya kahve içmeye geçmeliydim.
Patlıcan, biber kızartmalı,reçel kaynatmalıydım.
Akşamları özene bezene sofrayı kurmalıydım.
Kocam ajansı dinlerken ben lafa girmeliydim,
O, ''Sus hanım bi dakka'' demeliydi.
Böyle dese de beni çok sevmeliydi.
O uyuklamalı, ben bulaşık yıkamalı, çocuklar ders çalışmalıydı.
Bazen akşam oturmasına komşular gelmeliydi.
Öyle Haremlik selamlık gibi değil ama kadın erkek ayrı oturmalıydık.
Erkekler memleketi kurtarırken biz bütün kasabayı dilimizden
geçirmeliydik.
Herkes birbirinin kocasına, karısına ''Falanca Bey'', ''Filanca Hanım''
diye hitap etmeliydi.
Yanlışlıkla bacağımız, göğsümüz biraz açılıverse
Yüzümüz kızarmalı,hemen toparlanmalıydık.
Kocam kırk yılda bir, bir tek atmalı,
Neşelenip bir hicaz şarkı mırıldanmalıydı.
Şehvetten uzak şefkate yakın bir cinsel hayatımız olmalıydı.
Gözümüzü birbirimizde açmış olmalıydık, öyle de sürüp gitmeliydi.
Harama uçkur çözmemeliydik.
Zaten etrafımızda evli barklı komşularımızdan başka kadın olmadığından....
Dükkanda çelimsiz çıraktan gayrı, öyle sekreter falan çalışmadığından...
Ortalıkta gidilecek bar mar bulunmadığından...
Mankenler bizim kasabaya uğramadığından...
Ve de kocam, efendi bir adam olduğundan beni aldatamazdı.
Tamam, abarttım biraz.
Belki de böyle bir aile yapısı örneği kalmamıştır artık.
Ama, acaba diyorum...
Buna benzer bir hayat tarzı beni daha mutlu edermiydi?
Kendim de dahil uçuk kaçık insanlardan gına geldi artık.
Normalliği özlüyorum.
Özgürlüğün tadını çıkaralım derken suyunu çıkardık galiba.
Herkes çok zeki, çok akıllı, çok bilgili, çok şu, çok bu...
Ve de çok mutsuz...
Depresyona giren girene.
Çok bilmişliğin kimseye bir faydası yok galiba.

Pakize Suda

Keşkeler - İyikiler

İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü, soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını... Sevgisizliğin insanın canını acıttığını... Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor. Her şey ona çok büyük görünüyor: Ev, masa, anne, baba...
10'una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor.
15'inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden, değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor. Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor.
20'sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor. Her şey ona küçük görünüyor: Ev, masa, anne, baba... "Dünya küçükmüş; büyük olan benim" efelenmeleri başlıyor. Lakin dünya bunu bilmiyor. O yüzden 20'ler çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla geliyor.
25'inde ayaklar biraz yere değiyor. Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor.
Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp grileşiyor.
Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden vurularak evleniyor genelde... 5 yıl önce uzak bir ülke olan "istikbal", daha yakına geliyor.
"Bir denizde yangın çıkarma" hayali erteleniyor. "Dünya zor"laşıyor.
35, yolun yarısı... Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için gecikmiş telafi çağları... Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan yaşlar... Olgunluğun karasuları...
40'ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan... Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve ikisini birden yeni sevda hayallerine... Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı arabalarla çare aranıyor.
45'inde "istikbal" denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan... Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor. Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor. Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini merhamet alıyor.
"Keşke"ler "iyi ki"lerle, hırslar hazlarla yer değiştiriyor. Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara sıra...

Hizmet Sevinci


İnsanlara yardım etmekle duyulan duyguya eşdeğer hiçbir sevinç ve hiçbir görev yoktur. Karanlıklarla dolu bir dünya; yollarını kaybetmiş milyonlarca insan; kalplerinde hüzün ve dertler bulunan sayısız insan ve her sabah kalktıklarında, o günün neler getireceği korku ve kaygısı içinde bulunan insanlar…
Bir insana ihmal edilmediğini, tek başına ya da unutulmuş olmadığını, tersine, sonsuz sevginin kollarıyla çevrili olduğunu anlatabilir ve biraz huzur bulmasını sağlayabilirseniz, işte o zaman büyük bir görevi başarmış sayılırsınız. Yaptığınız bu hizmet diğer şeylerden çok daha fazla önem taşır.
Yeryüzü yaşamının tüm amacı, uyuşup kalmış, pinekleyen canları, varlıklarının realitelerine kavuşmalarını sağlamaktır. Dünyanız, günlük faaliyetlerini rüya görerek geçiren canlı uyurgezerlerle doludur. Uyanık değildirler ve tüm realitelere karşı ölü gibidirler. Eğer bu insanlardan birine etki eder ve ilâhî közü canlı bir aleve çevirebilecek derecede körükleyebilirseniz, bu olay, hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde yüce bir davranıştır. İnsan, hayvan ya da hangi kalıpta olurlarsa olsunlar tüm yaradılanlara hizmet ederek Yaradan’a hizmet etmekten daha yüce bir din, daha yüce bir üstünlük olamaz.
Silver Birch
“Sevgi Ölümsüzdür” adlı kitaptan alıntıdır.

Hayat Ağacı

Her insanın içinde keşfedilmemiş bir yetenekler hazinesi vardır. Bundan bütünüyle yararlanabilen insanların sayısı ne yazık ki çok azdır. Bunun sebebi ya bu hazinenin farkına varamayışımız, ya da onu geliştirmek için gerekli bilgiye sahip olamayışımızdır.
Büyümemiz ve gelişimimiz tıpkı bir ağaç gibidir. Bu ağacın, üzerinde pek çok dal ve yaprakları olan sağlıklı bir ağaç mı, ya da bodur bir bitki mi olacağına karar vermek sizin elinizdedir.
Hayat ağacınız 4 Bölümden oluşur.
1-KÖKLER: Hayata bakış açınız
2-TOPRAK: Çevreniz
3-GÖVDE: Kişisel hedefleriniz
4-DALLAR: Bilgi ve becerileriniz
KÖKLER: Hayata bakış açınız
Ağacınızın pek çok kökü vardır ya da başka bir deyişle birbirinden farklı birçok tutumunuz vardır. Bazı kökler diğerlerine oranla daha çabuk büyürler.
En etkin kökler hayata en olumlu bakış açısı; “daha pozitif olmaya çalışacağım, kendimi işe adamak istiyorum, iyiyim, hayatımın sorumluluğunu taşıyorum ve ben kazanan bir kişiyim”, sözlerini söyleyip yaşamaya başladığınız anlardır.
En verimsiz kökler ise; “hayata negatif bir yaklaşımım var, kendimi herhangi bir şeye adamayı düşünmüyorum, ben kaybeden bir kişiyim” sözleriyle yaşamaya başladığınız zamanlardır. Kökleriniz ne kadar etkin? Gelişiminize katkıda bulunuyor mu?
Gelişim için köklerin kendi içinde güçlü iletişimi ve etkinliği şarttır. Güçlü kökler ağacın gelişimini, fırtınalarda sapasağlam ayakta kalmasını ve uzun yıllar yaşamasını sağlar. Bu felsefede olumlu tutum yaratmaya verilen önemin bu derece ısrarla üzerinde durulmasının sebebi budur.
TOPRAK: Çevreniz
Ağacınızın büyümesi sadece köklerin güçlendirilmesine değil aynı zamanda içinde yetiştiği toprağın kalitesine de bağlıdır. Toprak gübrelenmek ister. Bir kök özellikle gelişiminizi, etkinliğinizi ve mutluluğunuzu belirler. Bu kök sizin öz saygınızdır, kendinizi iyi hissetmenizdir. Eğer kendinizi iyi hissederseniz iyi sonuçlar ortaya çıkartırsınız. Kendinizi ve başkalarını geliştirme ve olumsuz durumlarla başa çıkabilme becerinizi güçlendirirsiniz. Başkaları tarafından kabul edilmeniz, ”ben iyiyim” hissinizi geliştiren en uygun topraktır. İnsanlar için başkaları tarafından kabul edilme, onanma, tıpkı bir ağacın ya da bitkinin toprağa duyduğu ihtiyaç kadar gereklidir. Doğal olarak herkes kendi gelişiminden sorumludur ve bazı insanlar başkalarından gördükleri küçücük bir ilgi ile bile kendilerini çok iyi hissedebilirler. Yapmanız gereken kendi kendinizde güven duygusunu kuvvetlendirerek ben iyiyim duygusunu geliştirmektir. Başkalarının hayat ağaçlarını besleme ve geliştirme gücü de sizin kendi elinizdedir.
GÖVDE: Hayattaki hedefleriniz
Hem tüm hedeflerinizin tanımı ve hem de bunları başarmak için gösterdiğiniz çaba yaşamınızda çok önemli bir rol oynar. Bunlar gelişiminizin, verimliliğinizin ve mutluluğunuzun temel taşlarıdır. Kişisel hedefleriniz hayat ağacınızın gövdesidir. İnsanların çoğu hayatları için daha fazlasını ister ancak daha fazlanın ne olduğunu bilmezler. İnsanlar “büyük bir hedefim var” dediklerinde bu genellikle yeni bir ev, iş ya da araba gibi maddi yeterliğe dayanan hedeftir. Hayattan daha çok keyif almak ya da insanlarla daha iyi ilişkiler kurmak gibi maddi olmayan hedeflerin tanımlandığına çok nadiren rastlanır.
Hedeflere ulaşabilmenin en etkin yolu çok iyi tanımlanmasından geçer. Hayatın her evresi farklı değişiklikler geçirdiği için hedeflerin düzenli olarak ve sık sık gözden geçirilmesi gerekir. Burada öğrenmemiz gereken, sağlığımız, mutluluğumuz, eğitimimiz, becerilerimiz işimiz, kariyerimiz gelirimiz, tutkularımız, ailemiz, arkadaşlarımız hakkındaki tüm hedeflerimizi tanımlayabilmek ve güncelleştirmektir.
DALLAR: Yaşam becerileriniz
Büyüyüp gelişebilmek için insanların bir dizi temel hayat becerisine ya da dallara ihtiyacı vardır. Nasıl plân yapacakları, öncelik belirleyecekleri, değişiklik yapmayı, farklı bakış açıları oluşturmayı, karar vermeyi ve yorumlamayı, öğrenmeyi, hatırlamayı, özetlemeyi, iletişim kurmayı, problem çözmeyi, kalite üretmeyi, delege etmeyi ve hatta öz disiplini kullanmayı, yaratıcı ve esnek olmayı, tolerans göstermeyi ve stresle yaşayabilmeyi öğrenmeleri gerekir. Bu dalların hayat ağacının gelişiminde çok önemli bir rolü vardır. Dallar gelişerek yeni dallara dönüşürler. Yaşam becerilerinin geliştirilmesinin kişisel gelişim için ne kadar önemli olduğunu görmek ve bu becerilerin gelişimi ile yaşam kalitenizi yükseltmek sizin elinizde olacaktır.
Claus Molle
“Hayat Ağacım” adlı kitabından

Konfüçyüs'ün 9 Düşüncesi

Konfüçyüs der ki:
"Egitimli insanların dokuz düşüncesi vardır.
Baktıklarında, berrak görmeyi düşünürler…
Dinlediklerinde, iyi duymayı düşünürler…
Görünüşleri bakımından sıcak olmayı düşünürler…
Davranışlarında, saygılı olmayı düşünürler…
Konuşmalarında, doğru olmayı düşünürler…
İşlerinde, ciddi olmayı düşünürler…
Kuşkuya düştüklerinde, soruları nasıl soracaklarını düşünürler…
Öfkelendiklerinde, sorunları düşünürler…
Kazancı gördüklerinde, adaleti düşünürler…"

9 8 7 6 5 4 3 2 1 Sıfır

Eğer "9" canlı olsaydın bile...
En fazla "8" kez kaçabilirdin ölümden...
Bil ki "7" düvele sultan olsan dahi...
Yerin "6" mekan olacak sana...
En fazla "5" metre kumaş götürebileceksin...
Kapatacaksın "4" açsan da gözünü...
Bu dünya "3" günlük dünya...
Azrailin yanında "2" kat olup yalvarsan da nafile...
Elbet "1" gün öleceksin...
İşte o zaman herşey "0"dan başlayacak...

İnsan Bildiği Kadar Affeder

Kötü şeylere maruz kaldığımız zaman affetmediğimizde onları mı yoksa kendimizi mi cezalandırıyoruz? Affetmenin bize kazandırdıkları, aksi olan affetmemenin ise bize kayıpları nelerdir?
Düşünecek olursak, hemen hemen hepimizin bir affetme ve affedilme hikayesi vardır. Çünkü insan ilişkilerin de karşılıklı etkileşim vardır. Bu etkileşim çoğu zaman olumlu, bazen de olumsuz olabiliyor. Dolayısıyla olumsuz etkilenmenin şiddetine göre, içimize sığmayan bir kızgınlık, öfke, kırgınlık hali oluşabilir. Ve bir sonraki aşamada karşımızdaki kişiyi ‘Yaptığı hatadan dolayı asla affetmeyeceğim’ diye düşündüğümüz anlar olmuştur. Bu anlarda yaptıklarımıza biz bile inanamayız. Çünkü orada beklenmedik bir hayal kırıklığı, kırgınlık ve bu duyguların neden olduğu Öfke, acımasızlık, bazen de İntikam, nefret gibi çok daha olumsuz duygular zinciri bizi yönlendirmeye başlamıştır. Bu olumsuz düşüncelerin yanında da sağduyu, hoşgörü, sevgi, vicdan gibi duygular bünyemizde hiç yokmuş gibi bir hal alırız.
Olumlu duygularımızın varlığı kadar olumsuz duygularımızda bize aittir, öyle değil mi? Fakat bizim için önemli olan bu duyguların ŞİDDETİ ve SÜREKLİĞİ !
Evet, birilerinin bizi hayal kırıklığına uğrattığı, acı verdiği, öfkelendirdiği anlar olmuş olabilir. Fakat sonraki affetmeme, bizim oluşturduğumuz süreçtir. Nefret, kin, kibir, gurur, kötümserlik, katılık gibi yıkıcı duyguları var eden bizim düşüncelerimizdir.
Üniversitede öğretim görevlisi bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: 'Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?' Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini kabul ederler. Hocaları 'O zaman, bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin' der. Öğrenciler bunu da yaparlar.
Hoca :‘Peki o halde, yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!’ der.
Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine: 'Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.' der. Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Hoca, kendisine 'Peki şimdi ne olacak?' der gibi bakan öğrencilerine: 'Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar.'
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: 'Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.' 'Hocam, patatesler kokmaya başladı. İnsanlar tuhaf bakıyorlar bize artık. Hem sıkıldık, hem de yorulduk?'
Hoca gülümseyerek öğrencilerine: 'Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi, ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir lütuf olarak düşünüyoruz. Oysaki, affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.’ der.
Affettiğimizde kendimizi yok saydığımızı zannetmeyelim! Ya da karşı tarafı ödüllendirdiğimizi!
Aksine, affettiğimiz an kendimizi kapattığımız, zihin hapishanesinden özgürleştirmiş oluyoruz. Çünkü affetmemenin temelini oluşturan nefret, zamanla insanlara karşı kötümser, güvensiz bir bakış açısı oluşturmamıza neden oluyor. Affetmemizin amacı nefretin yıkıcılığını yok etmek, aynı acıları tekrar tekrar yaşamamak, nötürilize olmaktır. Affetme bir düşünce ürünüdür. Geçmişteki yaşananların etkisinden kurtulmak, negatif duyguların, yaşamamızı kontrol etmesine son vermektir.
Artık günümüzde bilim adamları kalp ve sindirim rahatsızlıkları, hormonal bozukluklar gibi sorunların affetmeyle en aza indirildiğine işaret ediyorlar. Dolayısıyla affetmesini bilen insanların hem ruhen hem de bedenen daha sağlıklı olduğu görüşünü savunuyorlar. Çünkü affetmeyen insanın kötümser düşünceleri, affeden insanın ise iyimser düşünceleri var etmesi, sürece yayıldığında bu sonuçları da birlikte getirmektedir.
Affetmek cesaret işidir. Tercihtir. Affetmemekten vazgeçmektir. Kişilerin gösterdikleri tepkilere göre hareket etmek değildir. Kendi istediğimiz tepkileri oluşturabilmektir. Kişinin kendi düşüncelerinin yönetimini ele almasıdır. Affedilene artı ve eksi değer vermek değildir. Nötürleştirmektir.
İnsanları sadece iyi şeyler yaptıkları zaman mı severiz? Ya da kötü şeyler yaptıkları zaman nefret etmek mi gerekiyor? Eğer insanlar iyi şeyler yaptığı zaman sevgimizi arttırabiliyorsak, kötü şeyler yaptıkları zaman da nötür olmayı tercih edebiliriz, değil mi?
‘Kendini affetmeyen bir insanın bütün kusurları affedilebilir.’ Konfiçyus
Affetmek aynı zaman da karşı tarafa ikinci bir şans tanımaktır. Fakat bazen zaaflarımız bizi affa götürebiliyor. Bu karşı tarafa hatayı tekrarlama rahatlığı verebiliyor. Bu gibi durumlarda yapmamız gereken öncelikle aynı veya benzer olayların yaşanmasına neden olacak zeminlerin oluşmasına izin vermememizdir! Yani aynı hataların tekrarı, olup olmadığını gözden geçirmek gerekir. Affetmek; hatayı sonlandırmalı, tekrarlatmamalıdır. O yüzden yaşanan deneyimden ders almalı ve bunu anımıza uyarlayarak yaşamaya başlamalı ve geleceği de buna göre programlamalıyız.
Bazen görevimiz gereği, zorunluluk gereği, sorumluluk gereği affedilmeyecek hataları görmezden gelebiliyoruz. O halde güçlü olduğumuz zaman neden yapamayalım. En erdemli affediş ise güçlü iken affedebilmektir. O bakımdan affetmek aynı zaman da iyilik dersi de vermektir.
Aslında baktığımızda affetmenin veya affetmemenin; hataların, acıların, hayal kırıklıklarının, öfkenin, kırgınlıkların ardından oluşan bir süreç olduğunu görebiliriz. Duyguların çatışması sonucu oluşan durumdur. O nedenle içten içe bizi yıkabilecek, yok edebilecek duyguları mı yoksa varlığımıza anlam katacak yapıcı, var edebilecek duyguları mı tercih etmeliyiz? Tabi ki; sevgi, saygı, hoşgörü,akıl, sağduyu, vicdan gibi yapıcı duyguları değil mi?
Görünen şu ki, birilerine hak ettiğini verdiğimizi zannettiğimiz de, hak etmediğimiz duyguları da kendimize yaşatıyor olabiliyoruz. Keskin sirke ilk önce küpüne zarar verir, daha sonra da çevresine. Dolayısıyla tercihlerimizi affetmeden yana kullanalım.
“Başkalarının yaptığı hatalardan dolayı öfkelenirsek onları değil kendimizi cezalandırmış oluruz.” Immanuel Kant
Bizlerin düştüğü en büyük yanılgı olan affetmenin kaybetme hissinden arınmalıyız. Affetmenin çok güzel insanı bir duygu olduğunun bilincine varmalı ve tadını çıkarmaya bakmalıyız…

Yüreğinin Götürdüğü Yere Git

Yolunu yitirdiğini, şaşırdığını hissettiğin zaman ağaçları düşün, onların büyüme biçimini anımsa. Unutma ki yaprağı gür ama kökü zayıf bir ağaç ilk güçlü rüzgarda devrilir. Oysa kökü güçlü ve az yapraklı ağaçta can suyu bin güçlükle dolaşır.
Kökler ve yapraklar aynı ölçüde gelişmelidir, olayların içinde ve üzerinde olmalısın, ancak böyle gölge ve sığınak sunabilir, ancak doğru mevsimde çiçekler ve meyvelerle donanabilirsin. Ve sonra, önünde pek çok yol açılıp sen hangisini seçeceğini bilmediğin zaman, herhangi birine, öylece girme, otur ve bekle.
Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan, öyle soluk al.
Hiç bir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle.
Dur, sessizce dur ve yüreğini dinle. Seninle konuştuğu zaman kalk ve yüreğinin götürdüğü yere git..."
Her zaman nerde yanlış yapıyoruz biliyor musunuz? Yaşamın değişmez olduğunu zannediyoruz. Hayatımızın, isteklerimiz doğrultusunda "trenin ray değiştirmeden yol alması gibi" süreceğini zannediyoruz. Oysa kader denilen şey, hayal ettiğimizin ötesinde çok daha farklı şekillerde karşımıza çıkabiliyor. Bazen çok sevdiğimiz birinin kaybı, bazen işlerimizin ters gitmesi, bazen hiç beklemediğimiz anda yakalandığımız bir hastalık, bizi umutsuzluğa sürükleyebilir.
Tüm umutlarımızı yitirdiğimiz bir anda, uzanan bir yardım eli, çakan bir şimşek kadar etkili olabiliyor yaşamımızda. Ya da hayatımızın ray değiştirdiğini hissettiğimiz bir anda, tek başımıza mücadele etmek zorunda kalabiliyoruz yaşamla...
Kararsız kalırız, ne yapacağımızı bilemeyiz. Yanlızlığın soğukluğunu, çaresizliği hissederiz. İnsanın yaşamında karşılaştığı ender durumlardan biridir bu. Böylesi umutsuzluk içindeyken yapabileceğimiz tek şey, Tamaro''nun söylediği gibi beklemek..
Yüreğimizin bizimle konuşmasını beklemek... Daha sonra da, yüreğimizin söylediği yere gitmek..
Sevgiler...